03 Mayıs 2024

Önce ne kadar "özgürlükçü" olduğunu görelim

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil. Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok. Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım

1 Mayıs 2024 - İstanbul, Saraçhane

Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu toplandı, "yeni Anayasa" çalışmalarını ele aldı.

Haberlere göre Kurul, Türkiye'nin yeni bir Anayasa'ya ihtiyacı olduğuna karar vermiş.

Meğerse Türkiye'nin "sivil, demokratik, özgürlükçü ve kuşatıcı" bir Anayasa'ya ihtiyacı varmış.

Bu kurul toplantısı sürerken Cumhurbaşkanı'nın talimatıyla İstanbul'un yarısı evine hapsedilmiş, 1 Mayıs kutlamaları için Saraçhane'de toplananlara biber gazı sıkılmış, dev bir polis ordusu, metal barikatlardan oluşan "sınırı" korumak için seferber edilmişti.

İzlediğim videolardan birinde, arama noktalarındaki polisin, vatandaşların ellerindeki Evrensel gazetesini bile topladığı görülüyordu.

Cumhurbaşkanı'nın karşısına sebilhane sürahisi gibi dizilmiş zevat içinde bu işin "sivil, demokratik, özgürlükçü ve kuşatıcı Anayasa'ya ihtiyacı" iddiası ile çeliştiğini söylemeye cesaret edebilen bir tek kişinin bile çıkmadığına iddiaya girerim.

"Karşısına dizdiği o zevatın arasında niye artık Bülent Arınç yok" sorusunun sorulmuyor olmasının nedeni de bu.

Eski TBMM Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın artık bu kurulun bir üyesi olmamasının nedeni Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala'nın hapiste tutulmalarını eleştirmesi ve Demirtaş'ın yazdığı kitabı okumayı herkese tavsiye etmesiydi.

Erdoğan bunu "şahsım rencide oldu" diye karşılamış, Arınç da istifa ederek kapının yolunu tutmuştu.

Bu kurulun "uyum içinde" çalışabiliyor olmasının nedeni de esasen Erdoğan'ın sözünün üstüne söz söylemiyor olmaları.

Çünkü Erdoğan'ın zihin dünyası, "sivil, özgürlükçü ve demokrat" değil.

Kendi kurduğu kurulda, yakın çalıştığı insanların bile "demokrat" olmasına tahammülü yok.

Kaldı ki gerçekten "sivil, özgürlükçü ve demokrat" olabilseydi, sahip olduğu tek adam yetkilerini o yönde kullanırdı, her fırsatta yok saydığı ve Anayasa'yı o yönde zorlardı.

Tam tersini yaptı.

Türkiye, Erdoğan'ın iktidara geldiği günden daha özgürlükçü, daha demokratik, daha sivil bir ülke değil.

Hak ve özgürlüklerin asker vesayetinde kısıtlanmasıyla, Saray vesayetinde kısıtlanması arasında fark yok.

Bu "özgürlükçü, sivil Anayasa" bahsi her açıldığında aynı şeyi haykırmak gerekiyor: Önce ne kadar özgürlükçü ve sivil olduğunu göster, gerisini sonra konuşalım.

* * *

Akıllı yatırımcı!

Erdoğan'ın itirazı pahalı saatlere, lüks tatillere ya da Monaco'da ıstakoz filan yemeye değil, bunların duyurulmasına
Recep Tayyip Erdoğan - Emine Erdoğan

AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, Monako'da ıstakoz yiyen, pahalı kol saatleri takan ve Maldivler gibi yerlerde tatil yapan milletvekillerini eleştirmiş.

Ebru Karatosun'un, eski Hürriyet'in logosunu kullanan gazetede yayımlanan haberine göre Erdoğan, MYK toplantısının ardından görüştüğü bazı kişilere şunu söylemiş:

"Milletvekili, konumu itibarıyla halkın her zaman gözünün önündedir. Yediğiyle, içtiğiyle, oturduğuyla, taktığıyla, kılık kıyafetiyle daha dikkatli olması gerekmez mi? Benim bu konuda milletvekillerine ayrıca bir uyarıda mı bulunmam gerekiyor? Bir milletvekiline yediğini, giydiğini paylaşma denilir mi? Bunlar bilinemeyecek, akıl edilemeyecek şeyler değil. Herkes milletvekilliği makamının sorumluluğunun farkında olmalı. Milletvekilleri, kendini bir vatandaş gibi konumlandıramaz. Ben herkes gibi saat takıyorum, herkes gibi yemek yiyorum diyemez."

Bu sözlerden anlıyoruz ki Erdoğan'ın itirazı pahalı saatlere, lüks tatillere ya da Monaco'da ıstakoz filan yemeye değil, bunların duyurulmasına.

"Şuyuu, vukuundan beter" diye düşünüyor demek ki.

Erdoğan'ın bu sözlerini okurken Emine Hanım'ın 50 bin dolarlık krokodil Hermes – Kelly çantası aklıma geldi.

Dün baktım, ABD'deki mağazada aynı çantanın fiyatı 78 bin 500 dolara çıkmış. "Hermes almak yatırımdır" diyenler haklı çıkmışlar gibi görünüyor.

Hatırlarsınız belki, bir ara Tayyip Bey de Franck Muller marka saatin, Cintree Curvex Perpetual Calendar Chronograph modelini takıyordu.

Bu konuyu Deniz Baykal gündeme getirdiğinde saatin fiyatının 43 bin dolar olduğu ortaya çıkmıştı.

Bilmiyorum farkında mısınız, pandemiden sonra saat fiyatları çıldırdı.

Dün baktım, bu saatin fiyatı internet mağazalarında 105 bin Euro'ya gelmiş.

Cumhurbaşkanı'nın "akıllı yatırımcı" olduğunu böylece bir kez daha öğrenme fırsatımız oldu.

Çocuklarının ticari başarıları nereden kaynaklanıyor diye merak edenler de artık ağızlarını büzer, otururlar herhalde.

Belli ki bu yetenek, Erdoğan ailesinde genetik!

Mehmet Y. Yılmaz kimdir?

Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu

Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini de bir süre yürüttü.

12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazete ve dergilerini yayınladı

Askerlik görevini Kara Harp Okulu'nda tamamladıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu

1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınladı.

Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğunu yaptı.

1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yılın sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda da Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.

2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü görevine getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grububu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.

2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.

Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi de kitap olarak yayınlandı. 

"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ile futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Otokratlar, halktan korkar

Rabbim, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde kadınları devlet sopasıyla dövmeyi de memleketimin siyasal İslamcılarına nasip etti!

YSK’ya artık neden güvenmiyoruz?

YSK, kusura bakmasın ama kendi prestijini ve kararlarının tartışılmazlığını kendisi yok etti. İmamoğlu aleyhine açılan “ahmak davası” da Erdoğan rejiminde YSK üyelerinin siyasi yönlendirmeye ne kadar açık olduklarını ortaya koyan bir başka örnek. Ve bir soru: Recep Tayyip Erdoğan, dördüncü kez aday olmak isterse, YSK ne yapar?

Yargının itibarı nasıl korunur?

Taksirle ölüme sebebiyet vermekle suçlananların bile iktidara yakınlık durumlarına göre tutuksuz yargılanabildiği Türkiye’de, Nasuh Mahruki sosyal medya paylaşımı nedeniyle tutuklandı. ‘Uluslararası Demokrasinin Küresel Durumu – 2023’ raporuna göre Türkiye, 173 ülke içinde hukukun üstünlüğü alanında 148. sırada yer alıyor. Bu tabloda siyasetin olduğu kadar yargı kurumlarının da rolü yok mudur?

"
"